Bilim Dili Türkçe
Prof. Dr. Aydın Köksal

Aydın Köksal 1940’ta İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesini birincilikle bitirdikten sonra, Fransa’da INSA de Lyon’dan Elektronik Y. Müh. diploması aldı (1964). Bilişimsel Dilbilim dalında Bilim Doktoru (1975, Hacettepe Ü.), Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği dalında Üniversite Doçenti (1980, HÜ), Bilgisayar Yazılımı ana bilim dalında Profesör oldu (1991, Gazi Ü.).

Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarına katıldı: HÜ Bilgi İşlem Merkezi’ni kurdu (1967-1980); HÜ Bilişim Enstitüsü’nün kurulmasını sağlayarak (1973), Bilgisayar Mühendisliği dalında Türkiye’nin ilk Doktora Programı’nı başlattı (1974) ve ilk Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği Bölümü’nü kurdu (1977), başkanlığını yaptı (1980-85). Türkiye Bilişim Derneği’ni (TBD) kurdu, başkanlığını yaptı (1971-75; 1981-87); Bilişim dergisini yayınladı (1972-87); Bilgisayar vb. Türkçe bilişim terimlerini geliştirdi (yaklaşık 2.500 terim). Üniversitelerarası Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Projesi’ni ve ÖSYM Bilgi İşlem Merkezi’nin kuruluşunu gerçekleştirdi (1974-80).

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Elektronik Bilgi İşlem Sürekli Özel Uzmanlık Kurulu üyeliği (1975-86) ve başkanlığı (1977-78) yaptı; Türk Dil Kurumu (TDK) üyeliğine (1975), Yönetim Kurulu üyeliğine, Terim Kolu başkanlığına (1982-83); TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu Yürütme Kurulu üyeliğine (1984-87); Türkiye Odalar, Borsalar Birliği (TOBB) Yazılım Meclisi üyeliğine (2006); Toros Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliğine (2007) seçildi. Dil Derneği’nin (1987), Ulusal Eğitim Derneği’nin kurucu üyeliğini yaptı (2003).

Birleşmiş Milletler, UNESCO, SPIN, OECD vb. uluslararası örgütlerde, yurt dışında Türkiye’yi 22 kez temsil etti.

Aldığı ödüllerden birkaçı şunlardır: (a) Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) “Dr. Necdet Bulut Fen ve Mühendislik Ödülü” (1979): Bilgisayar Mühendisliğinin Türkiye’de bir bilim dalı olarak örgütlenmesi, bilişim sözcüklerinin Türkçeye kazandırılması, DPT Bilgi İşlem Özel Uzmanlık Kurulu’nda bilgisayarların Türkiye’de planlı ve etkin kullanımı doğrultusundaki çalışmaları, TBD kurucusu olarak bilişim mesleğini örgütlemesi dolayısıyla; (b) Türk Dil Kurumu (TDK) “Deneme ve İnceleme Ödülü” (1980): “Dil İle Ekin” yapıtı dolayısıyla; (c) İlk kez tanımlandığı yıl, TBD-TÜBİSAD “Yaşam Boyu Hizmet Ödülü” (1996); (ç) Türkiye Döküm Sanayicileri Derneği (TÜDÖKSAD) “Onur Üyeliği” (1996): Cumhuriyetimizin geleceği Türk gençliğinin eğitiminde ve bilim çağının Türkiye’de yapılanmasında gösterdiği üstün gayret ve başarılardan dolayı; (d) TBD “Onursal Başkanlığı” (2003); (e) 26 Eylül Dil Bayramı’nda Dil Derneği’nin “78. Yıl Onur Ödülü” (2010).

Şimdi, 1985’te kurduğu yazılımevi Bilişim Ltd’i yönetmektedir.

250’yi aşkın yayını bulunan Köksal İngilizce, Fransızca, İtalyanca bilir, Almanca, İspanyolca da iletişim kurabilir.

Prof. Dr. Gülden Köksal ile evlidir (1967).

l. Giriş


       Ünlü dilbilimci Max Müller Türkçeyi şöyle övmüştür: “Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile gerçek bir zevktir. Türlü dilbilgisel biçimlerin belirtilmesindeki ustalık, ad ve eylem çekimi sistemindeki düzenlilik ve bütün dil yapısındaki saydamlık ve kolayca anlaşılabilme yeteneği, insan zekâsının dil aracıyla beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır... Araç olarak, Türk dilindeki duygu ve düşüncenin en ince ayrımlarını belirtebilme, ses ve biçim öğelerini baştan sona dek düzenli ve uygulu bir sisteme göre birbiriyle bağdaştırıp dizileme gücü, insan zekâsının dille gerçekleşen bir başarısı olarak belirir. Birçok dillerde bu gibi olaylar gözden perdelenmiştir; onlar çözülmez kayalar gibi karşımızda durur ve ancak dilcinin mikroskopuyla dil yapısındaki organik öğeler ortaya çıkarılır. Türk dilinde ise, her şey saydamdır, apaçıktır. Dilin iç ve dış yapısı, billur bir arı kovanı yapısını seyrediyormuşuz gibi ortadadır. Ünlü bir doğu bilgini bu dil hakkındaki hayranlığını şöyle belirtmiştir: Türk dili, seçkin, bir bilginler kurulunun uzun bir çalışma ve oylaşmasıyla yapılmış sayılacak düzgünlüktedir. Ne var ki, hiçbir kurul, Tataristan bozkırlarında kendi kendilerine yaşayan bu insanların, doğuştan edinilen ve yeryüzündeki benzerlerinden hiç aşağı olmayan dil duygusu kuralları ya da içgüdü ile ortaya koydukları gibi güzel bir dil yaratamazdı.” (1)


       Gerçekten, en gelişmiş ekin ve bilim dilleriyle bile karşılaştırdığımızda, Türkçe kök ve eklerin pırıl pırıl saydamlığı; her yerde hep özdeş kalan kökün, sözcüğün başında, bir bakışta kendini göstermesi; bu köke art arda bitişebilen eklerle üreyen sınırsız sayıda sözcük dolayısıyla olağanüstü gelişme gücü bulunan geniş bir söz dağarı; dilbilgisi kurallarının, hiçbir aykırılığa düşmeden hep geçerli işleyişi... dil denilen büyülü yapıyı anlamak isteyenler için Türkçeyi eşi bulunmaz bir anıt yapar.


       Böylesine işlek ve verimli bir yapıyı bugüne değin özünde saklayıp yaşatabilen bir toplumun, bilim ve tekniğin herhangi bir alanında en üstün başarıları gerçekleştirmekten uzun süre geri durabileceğine inanmak güçtür. Çünkü bir yandan, Schiller’in dediği gibi “dil düşüncenin aynasıdır”; öte yandan, Türkçenin aykırılık tanımayan işlek-saydam yapısı, soyut matematiksel bir düşünme aracı olarak bizi anlayışlı, bilim yolunda yetenekli kılar.


       Burada bir bilimsel gerçeği belirtmek gerekiyor: Bilim-teknikle uğraşmak isteyen hiçbir toplumun ana dili, kendi başına bir engel oluşturacak biçimde uzun süre yetersiz kalamaz. Uğraş edinilen konunun gerçekliği insanların düşüncesinde aydınlık kazandıkça bu gerçeklik o insanların çevrelerini, doğayı anlayış biçimlerini yansıtan sözcüklerinde, dillerinde yerini bulur, belirginleşir. “Anlayış” dediğimiz doğayla düşünce arasındaki o bitmez tükenmez etkileşim sonucunda dil gelişir, anlayış keskinleşir. Böylece dil yetkinleşir, toplumun teknik bilgi birikimi gelişir; her yeni kuşak kendinden önceki kuşakları aşar. Bilim, uygarlık durmaz devinir, akar değişir. Onun için uygarlığı 20 yıl, 10 yıl geriden izlemek yoktur. Yalnızca çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkabilenlere, o ortak düzlem üzerinde yaşayabilenlere “uygar toplum” denir. Bu etkileşim süreci içinde, bilimi tekniği sanatı ekiniyle çağdaş uygarlığı yaşayan toplumlar, doğal olarak dillerini bilim-teknik dili, sanat dili, ekin dili olarak geliştirmenin yolunu kendiliklerinden bulurlar. Çağdaş anlamda gelişkin her toplumun anadili, bilim dili olarak gelişebilme yeteneğini içerir. Türkçenin bilim dili olarak gelişme yeteneği de, Türk insanının çağdaş bilimi anlama, bilimle uğraşma isteği ve yeteneğinden kaynaklanır.


       Pekiyi Türkçenin söze başlarken saydığımız içsel yetenekleri ve bugünkü gelişkinlik düzeyi Türk insanının bilimle uğraşmasını hiç kolaylaştırmaz mı? Doğal olarak Türkçenin saydamlığı, işlekliği, hep geçerli düzenliliği bilim uğraşımızı kolay kılar. Üstelik anadilini kim sevmez? Bize en güzel gelen sesler kendi dilimizin sesbirimleridir. Yabancı bir dili bile ister istemez anadilimiz Türkçenin sesbirimlerini kullanarak konuşuruz. Anadili Türkçe olan biri için, anlayış ve iletişim aracı olarak, Türkçenin köklerinden eklerinden, Türkçenin biçimbilgisel, sözdizimsel yapılarından başka daha kolay, daha kullanışlı araç bulunabilir mi?


       Demek ki, Türkçe konuşmak isteyişimiz sevdiğimiz ana babamızın, bacı kardeşimizin, sevgi saygı duyduğumuz ilkokul öğretmenimizin bizimle baştan beri Türkçe konuşmuş olmalarından; çevremizi arkadaşlarımızı, onların duygularını düşüncelerini, böylece, doğayı ve insanlığımızı Türkçenin sesleri ve yapılarıyla anlamış öğrenmiş olmamızdan... Türkçe çoktan bizim benliğimiz olmuş. Doğup anamızın sütünü emdiğimizden, ninnisini dinlediğimizden beri, içinde soluk aldığımız havamız, ana kucağımız, toprağımız olmuş... Camus “ana yurdum Fransızcadır” der. Kimseye öykünmek istemem ama, hepimiz için gerçek bu! Öğrenimimin kaç yılını yabancı dille yapmış olursam olayım, kaç yabancı dil öğrenmiş olursam olayım, yeryüzünün neresinde çalışırsam çalışayım, benim ana yurdum Türkçe.


       Şimdi, bilim bizim uğraşımız, bizim yaşam biçimimiz olacaksa, bu uğurda yurdumuzdan uzak sürgünde mi yaşamak zorunda kalacağız? Hep çeviri aracılığıyla mı buluşacağız doğayla insanlarla, kendi kendimizle?


       “Bilim uğruna özveri gerekir” diye düşünerek bütün bu sorulara “olsun, yeter ki bileyim, yapabileyim!” diye karşılık verenlerin çıkması doğaldır.


       Ama “toplum” öylesine devingen bir etkileşimler karmaşasıdır ki; ortasında insan ve dil bulunan öylesine sıkı örülü bir yumaktır ki “ekin”; içimizden biri çıkar, uğraştığı bilimi kendi ana diliyle konuşmaya başlar. Bu tek kişi o bilimi gerçekten anlamak uygulamak isteyen biriyse, hiçbir kurul, hiçbir yasa bunu engelleyemeden, anadilinin sözleri toplumsal etkileşim yumağını yavaş yavaş sarıp sarmalayıverir. Bir de bakarsınız o iplik iplik inceden üretilip çekine çekine söylenen “bireysel söz”ler “toplumun malı” oluvermiş... “Bilgisayar, bilgi işlem, yazılım” gibi yeni sözcükler Türkçe bilim-teknik terimleri oluvermiş. “Çatal, bıçak” gibi ya da “ağaç, su, toprak” gibi... Bu, Türkçenin bilim dili olması yolunda dil devriminin doğal işleyiş sürecidir; silah zoruyla ya da karşı-devrimci yasayla önlenemez. Türk toplumunun, Atatürk devrimlerinden sonra artık geri döndürülemez “aydınlanma devinimi” içinde, halkın konuşma dilinin bilim-teknik dili olarak kullanılması, “onsuz olmaz” önemli bir öğedir.


2. Bilim Dillerinin Gelişimi1


       Bir dilin bilim dili olarak gelişme koşullarını ve bir bilim dilinde bulunması gereken nitelikleri, bellibaşlı bilim dillerini gözden geçirerek tanımayı, sonra da Türkçeyi bu nitelikler bakımından denetlemeyi yöntem olarak önermek olanaklıdır. Böyle bir önerme önce günümüzün bilim dillerinin doğru ve eksisksiz bir listesini yapabilmeyi, sonra da bilim dili niteliğine ulaşmış gelecekteki Türkçenin ne yönde gelişmiş olabileceğini doğru olarak kestirebilmeyi içerir. Kuşkusuz, önermeyi ters çevirip bilim dilinin tanımını yaptıktan sonra, sorunu, “Türkçenin bilim dalı olarak yetkin bir araç olabilmesi için onu hangi yönlerde işleyip geliştirmemiz gerektiği” biçiminde koymamız da olanaklıdır.


       İngilizcenin bugün önde gelen bir bilim dili olduğuna kimse karşı çıkmaz. Oysa, XVII. yüzyılda bile ünlü İngiliz bilgini Francis Bacon, bilimsel yapıtlarını İngilizce yazamıyor; bilim dili olarak Latinceyi kullanmak zorunda görüyordu kendini. Ondan üç yüz yıl önce, Jül Sezar’ın gün bilgisinin yanlış olduğunu gösteren, ışığın yansıma ve kırılma yasalarını bulan, gökkuşağı olayını açıklayan, gemi, uçak gibi birçok mekanik buluşun temel ilkelerini anlatan, özetle skolastik düşüncenin baskısından kurtularak deneye dayanan bilimsel düşünceyi savunan Roger Bacon da tüm yapıtlarını Latince yazmıştı. Bilginlerin ve din adamlarının dili Latincenin yanı sıra, Normanların egemenliği dolayısıyla İngiltere’de yönetim dili, XIV. yy sonlarına değin, üç yüz yıl boyunca Fransızcaydı. İçin için yaşayan halk dili ancak ada siyasal bağımsızlığa yönelirken değişmeye ve yavaş yavaş ulusal dil olmaya başladı: Okullarda İngilizce 1350’de Fransızcanın yerini aldı. 1362’de tüze dili olarak yasalarda kullanıldı. 1399’da ise Kral IV. Henry Parlamento’da ilk kez İngilizce konuştu. Yine o çağda Wyclif İncil’i halk diline çeviriyor. Thomas Moore’un 1516’da Latince yazdığı Utopia adlı yapıtı ise ancak kırk yıl sonra 1556’da İngilizce’ye çevriliyordu. Halk dilinin yönetim ve yazın dili olarak iki yüz yıl önceden beri benimsenmiş olmasına karşın Francis Bacon XVII. yy başlarında Cogitata et Visa de Interpretatione Naturae, Novum Organum Scientiarum gibi bilimsel başyapıtlarını yine de Latince yazıyordu. Çünkü İngilizcenin bilim dili olarak kullanılabileceğine inanmıyor, yapıtının kalıcı olmasını istiyordu. Bilim dili tanımında ne değişti, İngilizce nice gelişti ki İngiliz bilginlerin bile küçümsedikleri halk dili bugünün önde gelen bilim dili oldu. Latince ise bugün hiçbir toplumun dili değil. Bırakın bilim dili olmayı, artık yaşamıyor bile.


       Latinceyi bir yana atıp ölümsüz yapıtı Divina Commedia’yı halk dilinde veren, böylece İtalyancayı daha XIV. yy başlarında ekin ve yazın dili yapan Dante’nin De Volgari Eloquentia (Halkça Söz Söyleme Üzerine) başlıklı yapıtı Yenidendoğuş’ta halk dilinin hızla gelişmesi yönünde büyük bir coşkunluk yarattı. Dante’nin, Petrarca’nın, Boccaccio’nun kullanıp geliştirdikleri halk dili, bayağı İtalyanca Yenidendoğuş’tan başlayarak bilim ve sanat dili olarak bugüne ulaştı. Ne oldu, kim hangi yanlışı yaptı ki, Latince kendi anayurdunda yenik düştü, söndü? (Latium bugün Lazio oldu.)


       Almanların halk diline yönelmeleri İtalyanları izlemiştir. Martin Luther’in XVI. yy başlarında halk diliyle Kilise’ye karşı yaptığı yayınlar ve İncil’i halk diline çevirişi Almanca’nın XVI. ve XVII. yy süresince gelişmesinin başlangıcını oluşturdu. Ortaçağdaki din baskısına karşı ortaya çıkan Yeniden Biçimleyiş (Reform) ile birlikte Almanca da halk dili olarak bilim, sanat ve felsefe dili olarak gelişti. Ulusal birliği sağlamak üzere Almancanın özleşmesini, arılaşmasını amaçlayan Die Fruchtbringende Gesellshaft (Ürün-veren Kurum) 1617’de kuruldu. Bundan, yetmiş yıl sonra Leipzig Üniversitesi felsefe ve tüze profesörü Christian Thomasius 1687’de üniversitedeki dersini ilk kez halk diliyle veriyor. 1688’de Monatsgesprache (Aylık Söyleşi) adıyla ilk Almanca bilimsel dergiyi çıkarıyor, 1691’de Almanca felsefe kitabını yayımlıyordu. XVIII. yy başlarında Halle ve Marburg Üniversitelerinde felsefe ve matematik profesörü Wolff felsefe terimleri olarak kullanılan Latince attentio yerine Aufmerksamkeit (dikkat), consientia yerine Bewuβtsein (bilinç), mens yerine Verstand (anlık) sözcüklerini ilk kez derslerinde kullanıyor, bu eğilim benimseniyordu. Bununla birlikte XVIII. yy başlarında Almanca öylesine Fransızca etkisindeydi ki soylulara karşı egemenliğini korumak isteyen Prusya Kralı I. Friedrich Wilhelm bunu “Ich stabiliere die Souverainité de l’Etat wie einen Rocher de Bronce” biçiminde yabancı sözcüklerle söylüyordu. Ama bu Lessing, Goethe, Schiller gibi ozan ve yazarların tümüyle Almanca sözcüklerden oluşan yapıtlar verebilmelerini, Fransa’ya karşı yapılan 1870-71 savaşından sonra Alman posta örgütünde, demiryollarında, ordusunda, eğitim örgütünde yönetmelik ve yönergelerin halk diline dayanılarak geliştirilen sözcüklerden oluşan bir Almanca ile yazılabilmesini engellemedi. Almanca, bu ülkenin yetiştirdiği çok sayıda felsefeci ve bilim adamının yapıtlarıyla on binlerce bilim sözü üreterek zenginleşti, önde gelen bilim ve felsefe dillerinden biri oldu. Almanca ile bilim ve felsefenin ince anlam ayrımlarını anlatmanın söz konusu olamayacağını düşünenlerin geçmişteki yanılgıları nereden kaynaklanıyordu? Bilim ve felsefede ne değişti, Almancada ne değişti ki, bu dil bilim ve felsefeyi anlatmada yeterlik kazandı?


       Macar dil devriminin de birden değil, aşama aşama olduğunu J. Eckmann 1948’de belirtmiştir (3). Burada işe Latinceden çok sayıda yapılan çevirilerle başlanmıştır. XVI-XVII. yy yazarları bilimsel kavramlar için Macarca yeni sözcükler yapma gereğini görmüşlerdir. Geleji Katona István (1589-1649) Horatius’un “Licuit semperque licebit... producere nomen” sözlerini Macarcaya uygulayarak “Nesneleri doğru bir biçimde anlatabilmek için sözcük yapmak her zaman geçerli olduğu gibi şimdi de geçerlidir” ilkesini savunmuş, Medgyesi Pál bilim dilinin kaynağı olarak halk dilini göstermiş, Apácai Csere János türlü bilimleri Macarca olarak tanıtmak amacıyla bir ansiklopedi hazırlamıştır (1653). Bugát Pál birçok anatomi ve tıp yapıtı ve kırk bini aşkın sözcük içeren bir doğa bilgisi sözlüğü yayımlamıştır (1843). Macarca sözcük yapma bilgisi adlı yapıt da onundur (1857). Böylece Macar dil devriminde ilkin bilim dilinin Macarlaşması, sonra yazın dilinin yetkinleşmesi, sonra meslek dillerinin ulusallaşması adımları gözlenmektedir. Devrimci devlet adamlarından Széchenyi István (1791-1860) “uluslarda yaşlılık ve ölümün bir belirtisi varsa o da dillerinin ölü olması ya da artık ilerleyememesidir” diye yazmıştır.


       Gelelim Almanların ve İngilizlerin bilim dili, tüze dili olarak uzun süre özendikleri Fransızcaya. Yenidendoğuş’ta özellikle İtalyanca sözler Fransızcaya akın etmişti. Du Belley’in Deffence et Illustration de la Langue Française (Fransızcanın savunulması ve değerlendirilmesi) adlı yapıtı (1549) ve XVII. yy başında Malherbe’in “dilin arınması” (épuration de la langue) yolundaki önderliği anımsanır. XVI ve XVII. yüzyılın bilim ve sanat adamlarının çokluğu Fransızcanın gerçekten yetkin bir dil olarak gelişmesini sağlamıştır. Ne var ki Amerikalıların 1945’te denedikleri ilk atom bombası ile İngilizcede kullanılan fission sözcüğüne karşı Fransızcada fissure var diye tutucu Fransızlar direnmişler, “yere inmek” anlamına atterir’e örnekseyerek “aya inmek” anlamına gazetecilerin yaptığı alunir sözcüğünü de sözlüklerine almak istememişlerdir (4). Yine 1945 sonrasında, bilgisayarın gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan binlerce bilişim terimi “lesoftware”, “lehardware” biçiminde İngilizce olarak kullanılmış2, bilimde önderliğin ABD’ye geçmesi nedeniyle Amerikan halk dilinden alınan binlerce terim akın akın Fransızcaya girmiştir. Böylece ortaya çıkan İngilizce kırması bir Fransızcayı profesör Etiemble “Franglais” diye adlandırarak konuyu alaya almıştır. Sonuç olarak 1970’lerde Fransızcanın bilim dili olarak yeterliğini korumak üzere Fransızca yeni sözcükler yapma ve bunları duyurma amacıyla “Fransız Dilini Koruma ve Yayma Yüksek Kurulu” oluşturulmuş, İngilizce olarak kullanılanların yerine yeni uydurulan Fransızca sözcükler (bunlara şimdi niçin öz-Fransızca diyelim?) dizelgeler biçiminde Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Fransızlar bu işi önemle ele almakta onca haklıdırlar ki ABD’deki NASA yetkilileri bir tek uzay mekiği Columbia’nın gerçekleştirilmesi için 15.000 dolayında yeni terim üretildiğini açıklamışlardır. Yeryüzündeki tüm bilimsel kavramlar için günümüzdeki terim sayısının ise 900.000 dolayında olduğunu UNESCO yayınlarından öğreniyoruz.3 Bir bilim dilinde bunların hepsi bulunmak zorunda mı? Öyleyse Fransızca da bilim dili değil mi?


3. Bilim Dilinin Tanımı


       Bir bilim dili, en genel anlamda, bilimi oluşturan veri ve bilgileri sözlü ve yazılı olarak başkalarına aktarmak üzere kullanılan dildir.


       Bu genel tanım birbirinden çok değişik durumlar içerebilir. Örneğin aşağıdaki amaçlarla kullanılan dilleri bilim dili olarak değerlendirmek gerekir.


       a) Yeni bilimsel araştırmaların bulgularını dünyaya ilk kez açıklamak: Çağımızda bilimde öncülük yapan ülkelerdeki araştırma takımları, araştırma alanlarında uzmanlaşmış bilimsel dergilerde yeni çalışmalarını bilim dünyasında duyururlar. Kendi ulusal dillerinde bu tür bilimsel dergiler yayımlanacak sıklıkta özgün bilimsel çalışma üretmeyen ulusların bilim adamları da, yapabildikleri daha az sayıda çalışmayı, öncülük yapan ulusların dillerini kullanarak, onların yayın ortamlarında açıklarlar. Uluslararası düzeyde toplanan bilimsel kurultayların çalışma dilleri de genellikle bu durum göz önünde tutularak seçilir, bildiriler ancak bu nitelikte birkaç dilde sunulur ve yayımlanır. İngilizce ve Rusça günümüzde bu tür bilim dillerine örnek gösterilebilir. Bunlara “uluslararası bilim dili” diyebiliriz. Birçok bilim alanında bu dillerden birini bilmek dünyada yapılan ve önemli sayılan hemen tüm bilimsel araştırmaları izleme olanağı sağlar. Karşılıklı çeviri anlaşmalarıyla, tüm yayınlar taranarak, önemli sayılanlar çeviri dergilerinde, karşılıklı olarak, birkaç hafta içerisinde yayımlanabilmektedir.


       b) Yalnız belli bir ya da birkaç alandaki bilimsel araştırmaların bulgularını dünyaya ilk kez açıklamak.Tüm bilim alanlarında yeterli sayıda araştırmacı insangücü bulunmayan uluslardan kimileri, yine de belirli bir bilim alanında öncülük görevi üstlenmeyi başarabilmiştir. Böyle alanlarda yoğun bir yayın çalışması ulusal nitelikte dergilerle sürekli biçimde canlı tutulmaktadır. Böylece ilgili bilim alanını izlemek isteyen bir bilgin, hangi ulustan olursa olsun, o alanda öncülük yapan ulusun dilini öğrenmek zorundadır. Başka dillerde yayımlanan bu alandaki önemli çalışmalar da kısa sürede bu dile çevrilip yayımlandığı için bu dili bilmek tüm dünyadaki çalışmaları ve temel kaynakları izlemek için genellikle yeterli olmaktadır. Kaldı ki o alanın bilim sözlerini de öncülük yapan ulus kendi anadilinin sözcükleri ile oluşturmaktadır. Örneğin Meksika’daki Tropikal Hastalıklar Enstitüsü’nün çalışmaları bu tür öncülüğe örnek olarak gösterilmiştir. Böylece İspanyolca, Fransızca, Almanca, Japonca, İtalyanca giderek Çekçe, Macarca ve daha birçok ulusal dil felsefeden davranışbilime, müziğe, dilbilime, sesbilime, oradan doğubilime, Türklükbilime değin uzanan bilimler dizisinde bir ya da birkaç bilim alanında “bilim dili” niteliği kazanabilmiştir.


       c) Tüm bilim alanlarında, üniversite ve yüksek okul düzeyinde öğretim dili olarak kullanılmak. Çağdaş anlamda bilimsel çalışma, yalnızca ileri uçta, insanlığa yeni buluşlar sunan düzeyde olmayabilir. Bilimin halk yığınlarına yayılması ve ekinsel bütünün gittikçe daha büyük önem kazanan bir birleşeni olarak toplumsal yaşamla bütünleşmesi için yapılan yayın ve öğretim çabası da bilimsel çalışmadır. Ancak burada yeryüzü ölçeğindeki “standart”ın korunması, en son gelişmelerin gecikmesiz izlenebilmesi ön koşuldur. Bu ön koşul çağdaş araştırmaların verilerini ve bulgularını da içeren temel yapıtların ulusal dilde kesintisiz yayımlanmasını, bunlarda, uluslararası düzeyde üreyen yeni bilim sözlerinin, ulusal dilin tutarlılığı bozulmadan hızla oluşturulabilmesi, değişik dallar arasında çelişkilerin dilde uzun süre taşınmadan giderilmesi gibi sorunlar ortaya çıkar. Gelişmekte olan birçok ülke, bu sorunların üstesinden gelme umuduna bel bağlamayıp, yüksek öğretimi (kimileri orta öğretimi, giderek ilk öğretimi) tarihsel-ekinsel-siyasal ilişkilerinin yoğun olduğu yabancı bir bilim dilinde yapmaktan çekinmez. Bu tür davranışa Cezayir, Hindistan gibi birçok eski sömürge örnek gösterilebilir. Kimi ülkeler ise bilimsel gelişme hızına yetişemeyen ulusal dillerine, yetersiz sayıda çeviri ve özgün yayın olanaklarına ve sınırlı uluslararası ilişkilerine karşın, ulusal dili yüksek öğretim dili olarak kullanmayı yeğ tutarlar, ancak böylece yüksek öğretim “standardı”nı iyice düşürmeyi göze alırlar. Bilime yapılan yatırım bölük pörçük bir ezbere öğrenmeyle sonuçlanırsa, kaynaklar boşa harcanmış, halk aydınlanması, çağdaşlaşma gerçekleşmemiş olur. İki durumda da, ekinsel siyasal ya da ekonomik bağımlılık kısır döngüsü kırılamaz. Bir dilin, hiç olmazsa bu üçüncü öbekte bilim dili olup olmaması bunca önemli bir ulusal sorundur.


4. Ekin Kurumlarından Eğitim, Bilim, Tekniğin Dil ile Etkileşimleri


       Bir toplumu öteki toplumlardan ayıran özellikler incelenirken toplum yapısı üzerinde durulur. Toplum yapısı bir dizi toplumsal kurum arasındaki ilişki ve etkileşimlerden oluşur. Aile, eğitim, bilim, teknik, ekonomi, iletişim, devlet/din, sanat, dil gibi toplumsal kurumlar bütün toplumlarda gözlenir. Her bir toplumsal dizge bu benzer kurumların oluşturduğu değişik bir örüntüyle tanımlanır. Toplumsal dizgeyi tanımlayan bu örüntüye ekin (kültür) adı verilir.


       Toplumsal insanbilimciler başlıca iki soruyla uğraşırlar: (a) Toplumlar niçin benzeşiyor ya da benzeşmiyor? (b) Toplumlar niçin nasıl değişiyor? Bu soruların yanıtları toplumsal kurumlarla bunlar arasındaki etkileşimler yumağından oluşan ekin kavramı tanımlanarak incelenir (6, 7).


       Bilim dili tartışılırken, bu konudan söz etmemin amacı, eğitim, bilim, teknik ve dil kavramlarının birer toplumsal kurum olarak değerlendirilmesi gereğini vurgulamaktır. Toplum yapısı, ulusal ekin, bu kurumlar arasındaki etkileşimlerden oluşur, üstelik, gittikçe karmaşıklaşan uygar dünyanın toplum yapısında bilim, teknik ve eğitim kurumlarının ekin örüntüsü içerisindeki göreli ağırlığı artmış, bu karmaşık yapı içerisinde iletişimin ve dilin toplumun değişik süreçleriyle ilgili etkileşimleri daha da önem kazanmıştır. Örneğin geçmişte, bilimsel, teknik terimlerin Arapça’dan türetildiği, yönetim ve eğitim dili olarak Osmanlıcanın kullanıldığı dönemde Türkçe halk dili, köylü dili olarak yaşama olanağı bulmuş, Cumhuriyet döneminde yönetim ve öğretim dili alarak benimsendiğinde gelişmeye olanak verecek kökler eğitim görmemiş halkın dilinde korunabilmiştir. Günümüzde ise, yaygınlaşan ve süresi artan eğitim, teknik ve bilimsel kavramların, televizyonla, ticari ürünlerle, reklamlarla toplumun tüm katmanlarına çabucak yayılması, bu kurumların ekin bütünü içindeki etkileşimlerini, öteki kurumlara göre daha önemli boyutlara çıkarmıştır.


       Bilim ve teknik konularını ekin bütününden ayrı düşünmek bilime ters düşmektedir. Bu konulardaki öğretimi İngilizceye kaydırırken, Türkçenin gelecekte devlet dili olarak tehlikeye düşmeyeceğini, Türk toplumunu başka toplumlardan ayırt eden ekinsel özelliklerini, ekinsel (giderek siyasal) bağımsızlığı korumada tehlikelerle karşılaşılmayacağını düşünmek olanağı yoktur. Toplumbilimin bu gerçeğini M. Kemal Atatürk şöyle dile getirmiştir: “Uygarlığı ekinden ayırmak güçtür ve gereksizdir... Yüksek bir ekin, onun sahibi ulusta kalmaz, öbür uluslarda da etkisini gösterir. Büyük anakaraları kapsar. Belki bu bakımdan olacak, kimi uluslar yüksek ve kapsamlı ekine uygarlık diyorlar. Avrupa uygarlığı, çağdaş uygarlık gibi” (8). Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak için bir toplumun kendi kimliğinden vazgeçmesi gerekmez.4 Yer yüzünde bu yolda başarı kazanmış ulus yoktur. Tersine, gelişmiş ulusların tümü, kendi kimliğini tanıyıp uygarlık yolunda gelişmenin gerektirdiği değişiklikleri, kendi anadillerine dayanarak gerçekleştirmişlerdir.


5. Bilim ve Öğretim Dili Olarak Türkçenin Gelişmesi


       Türkçenin bilim ve öğretim dili olarak bugünkü duruma gelmesi, bu dilin çevredeki güçlü ekin dillerine karşı sürdürdüğü uzun süreli bir savaşım sonucudur. Günümüzden 915 yıl önce 1074 te Kaşgarlı Mahmut Bağdat’taki Abbaslı Sarayında Türk asıllı yöneticilerin güçlendiği bir dönemde, Türk dili ile Arap dilinin atbaşı gittiğini göstermek ve Araplara Türkçe öğretmek amacıyla Divan-ı Lugat-it-Türk adlı anıt sözlüğü yazmıştır. Kaşgarlı şöyle der: “Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için, Türklerin diliyle konuşmaktan başka yol yoktur... (Araplar) Türk dilini öğreniniz, çünkü Türkler için uzun sürecek egemenlik vardır.” Gerçekten Selçuklular ve Osmanlılar ile Türkler bölgede uzun süre egemenlik kurmuşlar, ancak Kaşgarlı’nın “Arapçayla atbaşı gider” dediği Türkçe bu uzun süre içinde yönetim, bilim ve sanat dili olarak çevredeki güçlü dillerin yerini alamamış, yine de halk dili olarak yaşam savaşımını sürdürebilmiştir.


       Tarihçi Enver Ziya Karal Osmanlı döneminde Türkçenin gelişme aşamalarını şöyle sınıflandırmıştır (9:30):


       l. Türkçenin yabancı dil etkisine karşı direnişi (1299-1453).


       2. Türkçe üzerinde yabancı dil etkisinin artması (1453-1517)


       3. Türkçede Arapça ve Farsça etkisinin üstünlüğü (1517-1718)


       4. Türkçenin önem kazanmaya başlaması (1718-1839).


       5. Türkçenin bağımsızlığı için çalışmalar (1839-1918).


       Türkçe üzerinde yabancı dil etkisinin arttığı ve üstünlük kurduğu, dönemde açılan çok sayıda medrese’de “tedrisat5 (öğretim) Arapça yapılmıştır. Türkiye’nin eğitim tarihini inceleyen bir tarihçinin değerlendirmesi şöyledir: “Bu medreselerin memlekette Türklüğe ve ilim alemine ne hizmeti ve faydası olmuştur? Belli başlı hangi alimleri yetiştirmiştir? Bunları uzun uzun aramaya gerek yoktur. Hiç kimseyi yetiştirememiştir demekle yetinmek daha uygun olur” (10:94).Bu örgütler Fatih devrinde devletin yoksun bulunduğu çeşitli yönetim ve sanat adamlarını da yetiştirmekten acizdi. Böyle bir durumda devletin kendisi için... Enderun okulu kuruldu... Okulda Arap ve Fars dilleri okutulmakla beraber... askerlik siyaset ve teknik başta geliyordu. Edebiyat ve müziğe de yer verilmişti. Okulun başlıca özelliği bütün bu derslerin Türkçe okutulmasıydı. Bu sayede, Enderun’da sadrazamlar, kaptanpaşalar, yeniçeri ağaları, eyalet valileri, sancak beyleri, daha başka hizmetler için ünlü kişiler, ayrıca şairler, edipler, ressamlar, mimarlar, müzikçiler, tarihçiler ve daha bunun gibi medresenin yetiştiremediği bilginler de yetişmiştir” (9:32-33). Buradaki çelişki de Enderun okuluna yalnızca devşirme çocukların alınmasıydı. Türk çocuklarının okuyabildikleri “medrese kuşku yok ki Türkçenin en büyük düşmanı idi, Türk kültürünün gelişmesine, karakterini bulmasına karşı bir Çin seddi gibi gerilmiş bulunuyordu” (9:48).


       Çağdaş eğitimde Türkçenin öğretim dili olarak kullanılması 1773’te Deniz Harp Okulu’nun kurulmasıyla başlar (Mühendishane-i Bahri-i Hümayun). Okulu Fransız Baron de Tott ile Cezayirli Hasan Efendi kurmuşlardır. Baron de Tott Türkçe öğrenmişti, derslerini Türkçe vermekteydi. İngilizce ve İtalyanca bilen Cezayirli Hasan Efendi de gemicilik bilgisini Türkçe öğretmekteydi (9:48-49). 1793’te kurulan Kara Harp Okulu’nda ise (Mühendishane-i Berri-i Hümayun) öğrenimin yalnızca Türkçe yapılmakla kalmayacağı, özellikle ilk sınıflarda, “kaba Türkçe” (konuşulan Türkçe) ile yapılacağı açıklanmıştır. Arapça, Farsça yerine, yabancı dil olarak Fransız öğretmenlerce okutulan Fransızca dil dersleri konmuş, Batı dillerinde 400 kitaptan oluşan bir kitaplık kurulmuştur. Padişah üçüncü Selim’in ayrıca askerlik, bilim ve sanat üzerine Fransızca kitapların Türkçeye çevrilmesini sağladığı da biliniyor. Türkçe’nin bilim ve öğrenim dili olarak kullanılması için çabalar ikinci Mahmut döneminde, özellikle Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra da sürdürülüyor. Fransızca öğrenen İshak Efendi, 4 cilttik matematik kitabının yanı sıra, kimya, fizik ve yerbilim kitapları da yazıyor. Padişah bilim kitaplarının Türkçeye çevrilmesi için bir çeviri bürosu kuruyor. Mahmut II de Selim III de kendilerine sunulan yazılarda olanakların elverdiği ölçüde Türkçe sözcüklerin kullanılmasını istemekteydiler (9:48-53).


       Bilim ve öğretimde Türkçenin kullanılması gereğini ikinci Mahmut 1839’da Tıp öğrencilerine yaptığı konuşmada şöyle belirtmiştir: “Tıp bilimini bütünüyle dilimize alıp gerekli kitapları Türkçe olarak yazmaya çalışıp çaba göstermeliyiz. Sizlere Fransızca okutmaktan benim amacım, Fransız dilini öğretmek değildir. Ancak tıp bilimini öğretip giderek kendi dilimize almaktır ve ondan sonra ülkenin her yanına Türkçe olmak üzere yaymaktır... Hocalarınızdan hekimlik bilimini öğrenmeye çalışın ve yavaş yavaş Türkçeye alıp dilimizde kullanılmasına çalışın” (10:239;18).


       Türkçenin bağımsızlığı için çalışmalar Tanzimat döneminde başlamış, Cumhuriyetle gelişmiş, Dil Devrimi ile siyasal ve toplumsal bir eylem olarak gerçekleşmiş, Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun 51 yıllık çalışma döneminde olgunlaşmıştır.


       1876 Anayasası hazırlanırken Osmanlı İmparatorluğu’nun dilinin Arapça mı Türkçe mi olacağı çok tartışılmış, Sultan Abdülhamit’in direnmesine karşın Türkçeciler ağır basmışlar, resmi dil Türkçe olarak benimsenmiştir. Sonradan Sultan Abdülhamit’in “Arapça güzel lisandır, keşke eskiden resmi dil Arapça kabul edilseydi... Arapçanın resmi dil olmasını ben teklif ettim. O zaman Sait Paşa başkâtip idi, direndi. Sonra Türklük kalmaz dedi. O da boş laf idi. Neden kalmasın? Aksine Araplarla daha sıkı bağıntı olurdu” biçiminde yakındığı bildirilmiştir (9:62). 1876 Anayasasından sonra Türkçe öğretim ilkokullarda ve ortaokullarda zorunlu kılındı (9:77-78). Bilim ve öğretim dili olarak Türkçenin kullanılmasından yana çıkan Ziya Gökalp de “yeni terimler alınacağı zaman ilkin halk dilindeki sözcükler arasında aramak, bulunmadığı takdirde, Türkçenin kıyas edatlarıyla ve kıyas terkip ve tasrif usulleriyle yeni sözcükler yaratmak” gerektiğini, bu sözcük türetme yollarıyla da sorun çözülemiyorsa ancak o zaman, yabancı sözcüklere başvurmak gerektiğini söylüyordu (11). Türkçenin kaynakları elde bulunmadığı için kendisi Arapça’dan birçok terim üretmişti.


       Bütün bu çabalara karşın Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde, 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyıl başında ülke birçok ülkenin (özellikle İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika’nın) ekinsel etkisine açık durumdaydı (12). Kapuçin, Cizvit ve Fransizken din örgütlerince desteklenen Fransız okullarının yerleri ve sayıları 20. yüzyıl başında şöyledir (yalnızca Asya Türkiyesinde): Adana (1), Amasya (4), Diyarbakır (2), Filistin (7), Harput (5), Havran (4), Kadıköy (1), Kayseri (1), Lübnan (29), Malatya (3), Mardin (1), Mersin (1), Samsun (1), Sivas (1), Suriye (3), Tokat (1), Trabzon (1), Şebinkarahisar (2), Urfa (1) (12:89-92). Yüzyıl başında, öğretimin İngilizce yapıldığı Amerikan okullarının yerleri ve sayıları ise şöyledir (yine yalnızca Asya Türkiyesi’nde): Adana (1), Adapazarı (3), Amasya (10), Amman (20), Ankara (4), Antep (1), Biga (1), Bitlis (2), Boğazlıyan (1), Bursa (3), Dersim (2), Diyarbakır (3), Ergani (2), Ertuğrul (2), Erzurum (1), Geyve (1), Harput (9), İzmir (2), İzmit (2), Malatya (1), Manisa (1), Maraş (2), Mardin (3), Mersin (1), Muş (2), Sivas (20), Siirt (3), Sungurlu (1), Suriye (27), Şebinkarahisar (1), Talas (1), Tarsus (2), Tokat (1), Urfa (1), Van (2), Yozgat (2) (12:102-103)


       Görüldüğü gibi Asya Türkiyesinde Fransızca öğretim yapan 69 okula karşılık İngilizce öğretim yapan Amerikan okullarının sayısı 140’tır (2 kat). Fransız ve Amerikan etkisinin odaklaştığı Suriye, Lübnan ve Filistin’deki okullar dışarıda tutulursa, Anadolu’da, 30 Fransız okuluna karşılık bunun 3 katının üzerinde (93) Amerikan okulu bulunmaktadır. Yeni Dönem ya da Geleceğin Devleti (1893) kitabında işlenen “İngilizce uluslararası dil olmalıdır” ilkesi (13) uygulanmaktadır. Gerekçe açıktır: Buluşların çoğu Amerikalılarca yapılmaktadır; bilim adamlarının çoğunluğu Amerikalıdır. Öte yandan Amerikan temsilciler meclisi üyesi Everett (1794-1865) “Kurumlarımızın dayandığı ilke genişlemedir” demekte6 (14:1), gerçekten İngilizce yirminci yüzyılda uluslararası bilim dili niteliği kazanmaktadır.


       Bilim ve öğretim dilinin Türkçeleşmesi Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün Öğretim Birliği Yasası ve Di1 Devrimiyle7 kesin bir biçimde çözülmüş oldu. Türk Dil Kurumu’nun 12 ciltlik Derleme Sözlüğü, Türkiye’nin tüm illerinde halkın kullandığı sözleri, 8 ciltlik Tarama Sözlüğü eski Türkçe yapıtlarda geçen sözleri, anlamları ve tanıklarıyla Türkçeyi benimseyen bilim adamlarının bilgisine sundu8. 51 yılda yayımlanan 102 terim sözlüğü ile hemen tüm bilim alanlarındaki kavramlara Türkçe karşılıklar önerildi (18). Bunların bütünleştirilmesi ve Türkçeyi gelişkin bir bilim dili durumuna getirecek çeviri ve yayın çalışmalarının yapılabilmesi için gerekli birikimin sağlandığı bir aşamada, 1983’te Türk Dil Kurumu’nun özel hukuk tüzel kişiliğine son verilmiş, öğretim dili olarak İngilizcenin bu kez Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi eğitim örgütlerince kullanılması doğrultusunda eğilimler 12 Eylül askeri yönetimi ve onu izleyen sivil yönetim döneminde benimsenmiş ve adım adım uygulanmaya çalışılmış; ancak bu olumsuz doğrultuda başarı kazanılamamıştır.


6. Türkiye’nin Geleceğine İlişkin Kestirimler


       Türkçenin bilim dili olarak geleceğini tartışırken toplumsal, ekonomik ve siyasal anlamda Türkiye’nin geleceği ile ilgili genel görüntüyü de göz önünde tutmamız gerekir.


       Yirmi birinci yüzyılda Türkiye’nin genel görüntüsü ve teknikbilimsel gereksemeleri bugünkünden çok ileri bir düzeyde gelişebilecektir.


       Türkiye’nin nüfus artışı, büyük bir olasılıkla, önümüzdeki 25 yıl,içinde “sıfır büyüme”ye indirilemeyecek; toplam nüfus 2000 yılında 70, 2015 yılında 90 milyonu bulacaktır. Önümüzdeki 25 yıl içinde demokratik süreç herhangi bir savaş ya da askeri darbe ile kesilmez ve Türkiye’nin demokrasi ve barış koşullarında başarageldiği ekonomik büyüme sürdürülebilirse bugünkü fiyatlarla, sırayla 90-100 milyar dolar (1995), 140-210 (2000) ve 450-630 milyar dolar (2015) gibi bir kaba ulusal üretim (gayri safi milli hasıla ya da alışılmış kısaltmayla GSMH) elde edilebilecektir. Nüfus artışı dolayısıyla önümüzdeki 25 yıl içinde Türkiye, 1989 fiyatlarıyla 1.500-1.600 (1995); 2-3 bin (2000) ve 5-7 bin (2015) ABD doları kişi başına yıllık gelirle yine de Avrupa’nın yoksul toplumlarından biri olmayı sürdürecektir.


       Ancak, bugün Avrupa’nın nüfusça 4. büyük kenti durumunda olan İstanbul, 10 yıl sonra Avrupa’nın 1. ya da 2., 25 yıl sonra da açık farkla en büyük kenti olacaktır. Ankara ve İzmir de, Avrupa anakarasının ölçülerine göre en büyük nüfuslu kentsel alanlar olarak gelişeceklerdir. 1995’te nüfusu milyonun üzerinde 5 kent ile Türkiye, bugün SSCB dışında hiçbir Avrupa ülkesinde bulunmayan bir büyük kentler ülkesi durumuna gelecektir. Bu sayı 2000’de 6 ya da 7’ye, 2015’te 14-15’e çıkacaktır. Ülkenin, Avrupa ortalamasına göre daha dağlık ve kurak coğrafyası, nüfusun daha çok büyük kentlerde toplanmasına yol açacaktır. Böylece kentsel nüfus oranı %90’a (2015) doğru hızla tırmanacaktır. Gelen turist sayısının sırayla 6 (1995), 10-15 (2000) ve 40-60 milyona (2015) yükselecek biçimde hızlı artışı, başta Doğu Avrupalı.ve Batı Avrupalı uluslar olmak üzere; Türkiye’nin komşu uluslarla ilişkilerini geliştirmesine önemli katkıda bulunacaktır. Ticari ve endüstriyel ilişkilerin çeşitlenmesi, altyapı sorunlarının adım adım çözülmesi, iyi yetişmiş uzman insangücünün, her alanda sayıca artışı ve nüfusça genç bir toplumun demokratik ortamda gelişecek çalışkan ve devingen davranışları 25 yıl sonrasının Türkiye’sine çağdaş ve kalkınmış bir ülke görünümü kazandırmaya yetecektir. Bu olumlu sonucu belirleyecek en önemli karar, savunma giderlerini adım adım dünya ülkelerinin oransal düzeyine indirirken, Türkiye’nin, sağlık ve eğitim harcamalarının oransal düzeyini dünya ülkelerinin düzeyine çıkarabilmesiyle ilgilidir.


       Kapitalist/laik Batı Avrupa, sosyalist/laik Doğu Avrupa ve müslüman Orta Doğu gibi 3 dev blok arasında kimliğini arayan Türkiye’nin önünde, siyasal düzeyde, bugünkü tarihsel koşullarda, benimseyebileceği başlıca 2 seçenek bulunduğu kanısındayız:


       a) Avrupa Topluluğu (AT) ile bütünleşmiş bir Türkiye,


       b) Bir arada, yaşamaya gittikçe daha çok gerekseme duyacak bu 3 büyük blok ortasında bunlardan hiçbiriyle bütünleşmeyen; ama ekonomik ve ticari bakımdan üçyanlı bir köprü görevini üstlenmiş, bağımsız bir Türkiye. Bir bakıma Fransa, Almanya, İtalya ortasında, bunların her üçüyle de ekinsel hısımlığı bulunan, ama bağımsız yaşayan bir İsviçre gibi (doğal olarak 10 kat daha büyük ölçekte), bağımsız ve barışçı bir Türkiye.


       Toplumsal-ekinsel-tarihsel nedenlerle, Türkiye’nin bugün henüz oluşmamış bir müslüman Orta Doğu Topluluğu’yla ya da sosyalist Doğu Avrupa Topluluğu’yla bütünleşmesi, bugünkü koşullar altında, gerçekçi seçenekler gibi yorumlanamaz. Gerçekleşme olasılığı bulunan yukarıdaki iki seçenekten hangisi benimsenirse benimsensin, Türkiye’nin üçyanlı köprü görevi nedeniyle, siyasal bağımsızlık kavramı dışında büyük bir ayrımın ortaya çıkmayacağı düşünülebilir.


       Sonuç olarak, yirmi birinci yüzyılın başlarında Türkiye’nin çevresindeki toplumlarla yoğun ilişkiler içinde yaşayan gelişkin bir üretim toplumu, hizmet kesiminin ağırlık kazandığı karmaşık ve çağdaş bir ana kentler toplumu olarak gelişeceğini kestirmek güç değildir. Böyle bir toplumun çokyönlü ilişkileri, onun tek bir yabancı güce aşırı bağımlılığına, ne siyasal bakımdan, ne de üretim ve alım-satım ilişkileri bakımından, izin vermeyecektir. Dışsatımı daha şimdiden yüzde seksen oranında endüstri ürünlerinden oluşan, nüfusu kalabalık geniş bir ülkenin, ulusal kimliğini arayışıyla ilgili ne denli önemli sorunları bulunursa bulunsun, bilgisayarlı iletişim olanaklarıyla desteklenen çağdaş üretim koşulları ve ekonomik ilişkiler nedeniyle bilim-teknikle yoğun biçimde uğraşması kaçınılmaz bir sonuç olarak gözükmektedir,


7. Türkçe Gelecekte Yetkin Bir Bilim ve Teknik Dili Olacaktır.


       Türkçenin gelecekte yetkin bir bilim dili olabileceği, Türkiye’nin 200 yıllık uluslaşma süreci incelendiğinde, özellikle dil devriminin başlangıcından bugüne değin yaşanan gelişmeler göz önünde tutulduğunda, kanıtlanmış gibidir.


       Bu gerçek bir yandan Türkçenin kimi alanlarda (örneğin yazarın uğraş alanı olan bilgisayar mühendisliği ve bilişim alanında) öğretim ve bilim dili olarak ulaştığı düzeyle olumlu biçimde kanıtlanırken, öte yandan, Atatürk devrimleriyle birlikte dil devriminin de hükümet siyasalarınca yadsındığı dönemlerde gerici ve tutucu dünya görüşü çerçevesinde Türkçenin gelişmesini durdurmaya dönük ters kararlar ve çokyönlü önlemlere karşın, bu tutumun uğradığı başarısızlıklarla, olumsuz biçimde (engellemenin başarılamayacağının ortaya çıkması biçiminde) kanıtlanmıştır.


       Matematiğin “olmayan vargı” yöntemini kullanan ve “Türkçenin bir bilim-teknik dili olarak kullanılmasını ve gelişmesini önlemenin olanaksızlığı” anlamına gelen “olumsuz kanıt” dil devriminin yadsınmaya başlandığı 1950’lerden bu yana yüzyılımızın dörtte birini aşan bir süre boyunca uygulanan siyasalar sonucunda, kanımızca, kuşkuya yer bırakmayacak açık-seçik bir biçimde, Türkçenin gelişme gizilgücünü gözler önüne sermiştir.


       İlkin olumlu kanıtları sayalım:



       Gelelim bilişim ve bilgisayar mühendisliği alanındaki deneyimimize. Bilgi işlem hizmetlerine gerekseme duyan kullanıcılarla ve bu alanda çalışan mühendislerimizle iletişim kurabilmek gibi bütünüyle mesleksel kaygılara dayalı olarak bu alanın çoğu Türkçe kavram adlarını çekine çekine kullanmaya 1966’da başladık. “Kaynak program, derleyici, yükleme, bellek, komut, giriş-çıkış denetim komutları” gibi sözler ilk kez 1966’da kullanıldı. Bilgisayar yapımı başlangıçta özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde gelişmiş ve yaygınlaşmıştı. Bu nedenle bilişim alanında hemen bütün kavramlar ilkin İngilizcenin toprağında üremişler, öteki bilim dilleri bu konuda bir süre İngilizcenin etkisi altında kalmışlardı. Bilişim sözcüğünün Fransızca olarak informatique biçiminde yazılan karşılığını yaratmakla övünen Fransızlar bile, 1974’te önerilen 34 bilişim terimini Resmi Gazete’lerinde kararname biçiminde yayımlayarak dillerini bu etkiye karşı savunmak gereğini duydular (24). Bugün Fransızca bilişim terimleri yerleşmiş durumda.


       1981’de yayımlanan Bilişim Terimleri Sözlüğü’nün (25) önsözünden aktarıyorum: “İngilizce bilimsel terimlerin evrenselliği Türkiye’de sık sık tartışılmıştır. Örneğin bu satırların yazarının ilk kez 1969’da resmi yazışmalarda kullandığı bilgisayar sözcüğünün gereksizliği, komputer sözcüğünün tüm dillerde ortaklaşa kullanıldığı, dolayısıyla olduğu gibi benimsenmesi gerektiği yolunda eleştirileri çok işittik: Bunun biraz da, düşünsel düzeyde tüm dünyaya pek kapalı, Amerika’ya iyice açık olmamızdan kaynaklandığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Yoksa örneğin Yugoslav’ın raçunar, Japon’un denshi keisanki, Arap’ın hasib, İsrailli’nin mahşev, Fransız’ın ordinateur, İspanyol’un ordenador, İtalyan’ın calcolatore dediğini görmezlikten gelip tüm dünyanın computer sözcüğünü kullandığını savunmak nasıl açıklanabilir?”


       Bugün bilgisayar endüstrisinin öncüsü konumundaki IBM firmasının yaklaşık 12.000 terim içeren Bilgi İşlem Sözlüğü’nde yer alan bütün terimlerin Türkçe karşılıkları üretilmiş durumda. Üstelik bu çalışma, adı geçen firmanın İspanyolca, Fransızca, Almanca, İtalyanca gibi sayılı birkaç ulusal bilim dili ile birlikte, dizge yazılımı ürünlerini ve bunlara ilişkin elkitaplarını bilgisayar kullanıcılarına Türkçe olarak sunma yolunda başlattığı ve bundan böyle kesintisiz biçimde sürdürmeyi amaçladığı geniş kapsamlı çalışmalara bir temel oluşturmak üzere kullanılmaktadır. Türkçe bilişim terimlerinin varlığı ve tutarlılığı, önde gelen başka bilgisayar üreticisi firmaları da bu konuda çalışmaya sürüklemektedir.


       Bilişim ve Bilgisayar Mühendisliği’nde öğretim ve bilim dili olarak Türkçenin kullanılmış olması, Meslek Derneği’nin çalışmalarında ve gündelik yaşamda kimi odak noktalarında Türkçenin yeğlenmiş olması, bu alanda eğitim veren 7 üniversiteden üçünde (ODTÜ, Boğaziçi, Bilkent üniversitelerinde) İngilizce öğretim yapılmasına karşın uygulamada Türkçenin bu konuda yetkinleşmesi için gerekli elverişli ortamı sağlamaya yetmiştir.


       Olumlu kanıtlardan ve yepyeni bir mühendislik alanında sağlanan gelişmeye ilişkin bu örnekten sonra, şimdi, Türkçenin bir bilim-teknik dili olarak gelişmesini önlemenin olanaksızlığını gösteren kanıtlar üzerinde durmak istiyorum.


       Türkçenin bir bilim-teknik dili olarak gelişmesini durdurmak ancak aşağıdaki önlemlerle olanaklıdır:



       Sonuç olarak öğretim dili ve halk dili olarak Türkçeden başka bir yazı dilinin, bilim ve teknik dilinin Türkiye’de artık kolay kolay Türkçenin yerini tutamayacağı kanıtlanmış bulunmaktadır. Bugün gelişkin bir endüstri toplumu niteliği kazanmış olan Türk toplumunun, öğretim dili Türkçe oldukça, bu dili gündelik bilim ve teknik gereksemeleri için kullanması artık önlenemez. Bundan sonra yeniden çoğalma, güçlenme, ürün verme dönemleri gelecektir. 1960’lardan bu yana olduğu gibi.


8. Türkçenin Bugünkü Durumu ve Sorunları


       Yirmi birinci yüzyılın başlarında öteki uygar uluslar gibi, Türkiye de “bilgi”nin en önemli değer olduğu bir “bilişim toplumu” olacak, toplumun hemen bütün çalışma kesimleri bilgisayar destekli bilişim dizgelerinin hizmetinden yararlanacaktır. Bankacılıktan endüstriyel üretime, oradan eğitime (örn. Eğitimde Bir Milyon Bilgisayar Tasarısı) yaşamın bütün kesimlerinde yeryüzünün öteki toplumlarının benimsedikleri yollar ve yöntemler Türk toplumuna da açılacaktır. Bugün nasıl televizyon izlenceleri Türkçeye çevrilerek Türkiye halkına dünyadan bilgi vermekteyse, yarın sanatın, bilim ve tekniğin bütün dalları bilgisayar destekli dizgeler aracılığıyla yaşamı sürekli bir eğitim sürecine dönüştürecektir. Gelişen bilgisayar kullanımı, tutucuların düşüncelerinin tersine, Türkiye’de İngilizceyi değil Türkçeyi standartlaştıracak ve geliştirecektir. 2015’in 90 milyon Türk’üne gündelik yaşamında İngilizce ya da başka bir dil konuşturmak yerine, onlarca, yüzlerce ya da binlerce elkitabının ya da bilişim dizgesi kullanım yönergesinin Türkçeye çevrilmesi (hem de özdevimli çeviri olanakları için bilgisayar gücünden de yararlanarak) pek güç değildir.


       Avrupa Topluluğu ile bütünleşme gerçekleşecek olursa bu, Türkçenin Avrupa’nın anadillerinden biri olarak güç kazanmasına, standartlaşmasına ve yaygınca öğrenilmesine yol açacaktır. (Bu olasılık gerçekleşirse Türkçe de Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca ve İspanyolca ile birlikte, Avrupa’nın önde gelen 6 ulusal dilinden biri olarak gelişecektir). Bu topluluğa Türkiye katılmasa da, büyüyen Türk pazarına ilgisiz kalamayan komşu uluslar yirmi birinci yüzyılda gittikçe daha yaygın biçimde Türkçe öğrenecekler, Türkçenin Max Müller’i yüz yıl önce şaşırtan matematikselliği ve soyutlama gücünden “satranç” ya da “briç” öğrenircesine tat alacaklardır. Türkiye’nin büyük bir turizm ülkesi olarak, soğuk savaştan sonra sınırlarını iyice açması da Türkçenin yabancı dil olarak yaygınlaşmasına yol açacaktır.


       Yalnızca yabancı dilde değil, tüm bilim alanlarında, öğretim düzenimizin yetersizliği yakın gelecekte aşıldığında, Türklerin yabancı dille öğretim görerek değil, tersine yabancı dil(ler) öğrenerek bu ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunacakları beklenmelidir.


       Türkçenin bir bilim dili olarak karşı karşıya bulunduğu sorunlar konusundaki düşüncelerimiz ise şöyledir.



       Sonuç olarak, Türkçenin yetkin bir bilim dili olarak gelişmesinde, Türkiye’nin ulusal bir eğitim ve bilim siyasası benimsemesi, eğitime gereğince (örn. askeri harcamalar ölçüsünde) bütçe ayırması ve yeterli bir yönetici kadro eliyle uluslararası örgütlerde yapması gereken çalışmaları yerine getirmesi dışında, dille ilgili pek öyle büyücek bir sorun bulunmadığı açıktır. Türkçenin bir bilim dili olarak gelişmesinin 200 yılı aşan öyküsü, bütün kararsızlıklara, bocalamalara, içeriden ve dışarıdan kaynaklanan caydırıcı baskılara ve engellemelere karşın, başarılı ve mutlu sona varmak üzeredir.


9. Yirmi Birinci Yüzyılda Bilim Dili Türkçe


       Bu bölümde, yirmi birinci yüzyılda yeryüzünün bilim dillerinden biri olarak uluslar topluluğunda kendini kanıtlamış bir Türkçe’nin içinde bulunacağı aşamayı kurgulamaya çalışacağız.



10. Sonuç


       Türkçe’nin bilim dili olarak varacağı gelişme düzeyinin, yakın gelecekte Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, Almanlar, İtalyanlar gibi Avrupa Topluluğu uluslarının (Yunanlılar da içinde) tümünün bugün bulundukları ileri düzeyle her bakımdan özdeş bir düzeye geleceğini kestirmek güç değildir.


       Çokdilli ve çokuluslu bir topluma yönelen Avrupa’nın içinde (ya da yanı başında) gelişen çalışkan ve devingen Türk toplumunun bu uluslararası gelişme ve işbirliği sürecinden uzakta kalıp kendisini çevresinden yalıtılmış, çağdışı bir ortamda tutma olanağı onyılları bulacak uzun bir süre içinde söz konusu olamaz.


       Yeryuvarın tek bir “elektronik köy” biçiminde bütünleştiği bilişim çağında, 200 yıllık bilim ve uygarlık yarışçısı, 70 yıllık Atatürk Devrimi Türkiyesi’nin, daha yirminci yüzyılın başlarında üye olarak girdiği “uygarlar topluluğunun bekleme odasında” yirmi birinci yüzyılda daha uzun süre beklemesi gerekmeyecektir.


       Geçmişten geleceğe gelişmesini incelediğimiz Türkçenin, bu gelişmede “onsuz olmaz” bir yeri ve işlevi olduğu daha önceki incelemelerimizden de yararlanılarak (30), bu çalışmada gösterilmiştir.








1 Bu bölümde ve 3. Bölümde Köksal’dan (1983) yararlanılmıştır (2).




2 Bu sözcüklerin Fransızca karşılıklarının le logiciel, le matériel olarak 1970’lerin ortalarında kullanılmaya başlaması bu kavramların örneğin Türkçe karşılıkları olan yazılım, donanım sözcüklerinden 7-8 yıl sonra olmuştur.


3 UNESCO/UNDP yardımıyla desteklenen “Arapçalaştırma için Araştırma ve İnceleme Enstitüsü (IBRA: Institut d’Etudes et de Recherches pour 1’Arabisation). Fas’ta, ikidilli, üçdilli sözlük ve gömülerden çeviri yoluyla 900.000 bilimsel ve teknik terimin tanımlarını tutanaklara geçirmiş, dizinlemiş bulunmaktadır (5).




4 Bunun için Atatürk “eğitim birliği” ilkesi ite birlikte öğretim dilinin, tüm yurtta ve her düzeyde Türkçe yapılması ilkesini de getirmiş, Türkçenin bilim dili olarak yeterlik kazanması için özenle çalışmıştır. Örneğin “artı, eksi, çarpı, bölü, eğri, doğru, üçgen, dikdörtgen” gibi matematik terimlerini, “albay, yarbay” gibi askerlik terimlerini öneren T.C. Cumhurbaşkanı Atatürk’’tür. TDK’ca yayınlanan Geometri kitabını da yine Atatürk, kendi adıyla anılan devrimlerin siyasal kavgası içerisinde Cumhurbaşkanıyken yazmıştır.




5 Medrese sözcüğü Arapça ders kökünden türevdir (Krş. tedris, tedrisat).




6 Senatör Beveridge ise 1898’de şöyle diyordu: “Bizimle ticaret yapan büyük sömürgeler kurulacak, kurumlarımız ticaretin kanatları altında bayrağımızı izleyecektir.” Osgood, Ideals and Self Interest in America’s Foreign Relations: The Transformations of the Twentieth Century, Chicago University Press, 1964’ten aktaran: Ataöv (14:79).




7 Dil Devrimi konusanda ayrıntılı bilgi için bkz. Yücel (15).




8 Türk Dil Kurumu’nun işlevi için bkz. Turan (16), Aksoy (17), Köksal (18.


9 Türkçenin biçimbilgisel yapısı geleneksel dilbilim yöntemleriyle tanımlanmış olmanın yanı sıra, bilgisayara dayalı modellerle de incelenmiştir. Ba yapı o denli düzenlidir ki bilgisayarlı bir çözümlemede, rastgele seçilmiş metinlerdeki sözcüklerin %90’ından çoğu doğru olarak çözümlenebilmiştir. Bkz. (a) A First Approach to A Computerized Model for the Automatic Morpholoqical Analysis of Turkish, Aydın Köksal, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1975 (19:144-148); (b) “Türkçenin Özdeyimli Biçimbilgisi Çözümlemesi”, Aydın Köksal, Bilişim 78, Bildiriler, TBD 2. Ulusal Bilişim Kurultayı, TBD, Ankara, 1978 (27:148-165).




10 Türkçe kök ve ek biçimbirimlerin (Ing. morpheme) bilgisayar belleğine yüklendiği, bir çalışmada toplam 253 ek tanımlandığını, bunların 786 değişik başkabiçimlerinin (İng. allomorph) bulunduğunu saptamış bulunuyoruz (19:133; 27).




11 Türkçe bilim sözleri türetme yollarının eleştirisi için, ileri sürülen görüşlere katılmadığımızı saklı tutmakla birlikte, bkz. Sayılı (26).



Kaynaklar



1. Müller, F. M., Lectures on the Science of Language I, 1891, yeni bas. 1899, s. 421’den aktaran: A. Dilaçar, Türk Diline Genel Bir Bakış, TDK, 1964, s. 39-40.


2 . Köksal, A., “Bilim Dili”, Türk Dili, cilt XLVI, sayı 373, 1983, s. 8-15.


3. TDK, Türk Dili Belleten, seri III, sayı: 12-13 (Ocak-Aralık 1948).


4. Dilaçar, A., Anadili İlkeleri ve Türkiye Dışındaki Başlıca Uygulamalar, TDK, 1978.


5. UNESCO, Informatics: A Vital Factor in Development, UNESCO’s Activities in the Field of Informatics and its Applications, UNESCO, 1980, s. 26.


6. Güvenç, B., Kültür Kuramında Bütüncülük Sorunu Üzerine Bir Deneme, Hacettepe Basımevi 1970.


7. Köksal, A., Dil ile Ekin, TDK, 1980.


8. Afetinan, A., M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul, 1971’den aktaran: Mehmet Deligönül. Atatürk’ten, TDK, 1982, s. 60.


9. Karal, E. Z. “Osmanlı Tarihinde Türk Dili Sorunu”, Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Atatürk’ün Yüzüncü Doğum Yılı Yayınları, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1978.


10. Ergin, O. N.,Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul, 1939.


11. Gökalp, Z., Türkçülüğün Esasları, Varlık Yayınları: 1238, İstanbul, 1966 (6. bas.), s. 145.


12. Çavdar, T. Osmanlıların Yarı-sömürge Oluşu, Ant Yayınları: 29, İstanbul, 1970, s. 85.


13. Strong, J.; The New Era or The Coming Kingdom, New York, Baker and Taylor, 1893, s. 54-80’den aktaran: Türkkaya Ataöv, Amerikan Belgeleriyle Amerikan Emperyalizminin Doğuşu, Doğan Yayınevi, Ankara,l970, s. 35.


14. Ataöv, T., Amerikan Belgeleriyle Amerikan Emperyalizminin Doğuşu, Doğan, Ank., 1970.


15. Yücel T., Dil Devrimi, Varlık Yayınları, 1981, İstanbul, 1968.


16. Turan, Ş., “Türk Dil Kurumunun İşlevi”, Türk Dili, cilt XLV, 1982, s. 3-12.


17. Akşoy, Ömer Asım “Elli Yaşında”, Türk Dili, cilt XLV, 1982, s. 13-22.


18. Köksal, A., “Elli Yıl Boyunca Türk Dil Kurumu Terim Kolu Çalışmaları” Türk Dili, cilt XLVII, 1983, s. 269-278.


19. Köksal, A., A First Approach to A Computerized Model for the Automatic Morphological Analysis of Turkish, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1975; çoğaltma.


20. TDK, Türkçe Sözlük, Genişletilmiş 7. Baskı, TDK, 1983, 2 cilt.


21. Tuğlacı, P., Okyanus 20. Yüzyıl Ansiklopedik Türkçe Sözlük, Pars Yayınevi, 1971, 3 cilt.


22. TDK, XII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü, TDK, 1963-1977, 8 cilt.


23. TDK, Türkiye Halk Ağzından Derleme Sözlüğü, TDK, 1963-1982, 12 cilt.


24. “Terminologie de l’Informatique”, Journal Officiel, 12 Janvier 1974, Paris.


25. Köksal A., Bilişim Terimleri Sözlüğü, TDK, Ankara, 1981.


26. Sayılı, A., “Bilim ve Öğretim Dili Olarak Türkçe”, Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Atatürk’ün Yüzüncü Doğum Yılı Yayınları, TTK, 1978, s. 325-599.


27. Köksal, A., “Türkçenin Özdeyimli Biçimbilgisi Çözümlemesi”, Bilişim 78, Bildiriler, TBD 2. Ulusal Bilişim Kurultayı, TBD, Ankara, 1978, s. 148-165.


28. Karakaş, Ö., Özçubukcu, K. ve Eğecioğlu Y., “Türkiye, Sekiz İkil Türkçe Kod Tablosunu Uluslararası Örgütlerde Belirlemede Hangi Noktada?” Bilişim ’88 Bildiriler, TBD 7. Ulusal Bilişim Kurultayı, 22-24 Eylül 1988, Eskişehir, Türkiye Bilişim Derneği Yayınları, 1988, s.161-166.


29. Köksal, A., Bilgi Erişim Sorunu ve Bir Belge Dizinleme ve Erişim Dizgesi Tasarım ve Gerçekleştirimi, Doçentlik Tezi, Ankara, 1979; xi+306 s.; çoğaltma.


30. Köksal, A., “Öğretim Dili Olarak İngilizcenin Benimsenmesiyle İlgili Sorunlar ve Türkçenin Geleceği”, FDE Yazın ve Dilbilim Araştırmaları Dergisi, sayı 14. Kış 1984, s. 75-102 (Bilişim, sayı 21-22, Eylül-Aralık 1985, Türkiye Bilişim Derneği (TBD), s.63-72’de de yayımlanmıştır).



“Bilim Dili Türkçe”, Bilim Dili Türkçe Yazın Dili Türkçe,


Prof. Dr. Akşit Göktürk’ün Anısına, Dil Derneği 1. Bilimsel Kurultayı,


25-26 Şubat 1989, Ankara, Dil Derneği Yayınları: 2, Ankara, 1989, s. 38-56.