Bir toplumun dilinde bulunan kavramlar, o toplumu oluşturan bireylerin yaşam biçimleri, dünyaya bakış açıları, gelenekleri, görenekleri, yaşadıkları coğrafya koşulları, tarihsel geçmişleri, dünyadaki konumları ve ekonomik koşullarıyla ilişkilidir. Her toplum, kendi gereksinimlerini karşılayacak bir dil yaratır ve bu dili gelişimlere, değişimlere uydurarak sürekli yeniler. Bu durum, eğitimine, deneyimlerine ve zihinsel-ruhsal yapısına bağlı olarak bireyin dil kullanımında da kendini gösterir.
Dil, her şeyden önce bireyin zihinsel yetilerinin gelişmesi ve olgunlaşması açısından büyük önem taşır. Dil düşünceyi yalnızca taşıyan ve ileten bir araç olmayıp düşünceyi yeniden yapılandıran, onu tamamlayan temel bir işlevsel yapıdır. Hem insanın evrimsel-kalıtımsal yapısının gereği olarak hem de çeşitli toplumsal ve biyolojik uyaran besileri ile insanda beyin gelişmesinin 20-25 yaşlarına dek sürdüğü; beynin, dilin, zihinsel yetilerin bu gelişim boyunca sürekli etkileşim içinde olduğu bilinmektedir. Beynin gelişebilmesi için dışarıdan gelen uyaran girdilerine, iletişime, kısacası dile gereksinimi vardır. Dil olmayınca, beynin gelişmesi eksik kalmakta ve insanda, algılama, anlama, öğrenme, bellek, düşünme, yargılama, gerçeği değerlendirme gibi zihinsel işlevler yeterince gelişememektedir. Özellikle, anadili edinim sürecindeki çocukların kavram gelişimi aşamasında kendi anadilleriyle üretici-yaratıcı düşünceye ulaşmaları gerekliliği, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Çocuklar, yeni kavramları, daha önce edindikleri kavramlarla ilişkilendirirler. Böylece, beyinlerinde oluşan ve çağrışımlarla işleyen bilgi ağı, onların ileride düşünce üretebilmeleri ve bilimsel düşünceye ulaşabilmelerine temel oluşturur.
Dil, toplum-düşünce-kültür üçgeninin ortasında yer alır ve her birinin, toplumun da düşüncenin de kültürün de varlığı ona bağlıdır.
Dil-düşünce ilişkisi, toplumun her kurumunda ve her katmanında üretim boyutuyla kendini gösterir. Üretim, önce zihinde kavramlar ağı ile oluşur, sonra sese ve sözcüklere dökülerek somutlaşır.
Her toplumun dili, o toplumu toplum yapan kurumların oluşumunu da sağlar. Genel dilin içinde bilim dili, hukuk dili, sanat dili, yazın dili de vardır ve bu dillerin varlığı, o kurumların varlığıyla örtüşür.
Bilim dili, yaratıcı-üretici düşüncenin yansıdığı en önemli araçlardan biridir. Evrensel boyuttaki bilimsel düşüncenin ortaya konması aşamasında kullanılan bilim dilinin kendine özgü kuralları vardır. Temelde, toplumdaki doğal dile dayanan bilim dili, kavramları, kavramlarının sınırları ve çağrıştırdıklarıyla ayrı bir dizge olma özelliği taşır.
Hiçbir dil doğasından bilim dili değildir. Bir dilin bilim dili olmasının önkoşulu, o dilin konuşulduğu toplumda “bilim üretiminin” var olmasıdır. Bilim dili, toplumsal, kültürel ve ekonomik altyapıya bağlı olarak, toplumdaki eğitim sürecinin yönlendirmesiyle ortaya çıkan bilimsel ürünler çerçevesinde oluşur ve gelişir. Bu durum, bilim üretimiyle bilim dilinin kavramları arasındaki koşutluğu da beraberinde getirir. Bilimsel anlayışın, bilim eğitiminin, ona bağlı olarak bilim üretiminin ve bilim etiğinin var olduğu her toplumda bilim dili oluşur. Bilim ve teknoloji o toplumda üretilmemiş olsa bile, evrensel bilim kavramlarının dildeki karşılıkları, o toplumun kullandığı dil dizgesinin işleyişine dayanarak türetilebilir. Bu türetimler, çağrışımlar yoluyla yeni kavramların oluşmasına ve üretimine olanak sağlayacaktır. Bir başka deyişle bilim üretimi, dilin gelişmesini sağlar; dilin gelişmesi de bilimsel düşüncenin ve bilimin gelişmesine katkıda bulunur.
Bireyin düşünce boyutunda ortaya çıkan bilimsel kavramların bilim üretimi sürecinde biçimlenmesi; ancak anadilinin gücüyle olanaklıdır. Bir toplum, teknolojik üretimi yapacak bilimsel birikim ve donanıma sahip değilse, o teknolojik ürünün bileşenlerini adlandırmada sorunlar yaşayacaktır. Bu sorunlara geçici çözümler bulmanın birinci yolu, son yıllarda bizde de sıkça yapıldığı gibi teknolojiyi üretildiği toplumun dilindeki sözcüklerle birlikte alarak “geçici ve günlük çözümler” bulmaktadır. Kısa süreli ve bir ölçüde bilimin evrenselliğinden destek alan bu çözüm, zamanla önemli sorunların kaynağını oluşturur.
Bilimdeki hızlı değişmeler, buluşlar çok sayıda yeni sözcüğün, terimin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çoğu buluşların ve bilimsel gelişmelerin gerçekleştirildiği Batı ülkelerinde, artık geçen yüzyılda olduğu gibi terimler Latince ve Yunanca köklerden türetilmemektedir. Bu ülkelerde bilim insanları, anlamayı ve öğrenmeyi kolaylaştırmak amacı ile buluşları için daha çok kendi öz dillerinden, günlük halk dilinden sözcükler alarak bunlara terim niteliği kazandırmaktadırlar. Giderek bilim dili ile halkın konuştuğu dil birbirine yakınlaşmakta ve "evrensel bilim dili" görüşü de geçerliğini, dayanağını kendiliğinden yitirmektedir. Aynı nedenle bilim adamının eski çağlardan kalma, dili ve uygulamaları ile büyüsel düşünceye dayanan dokunulmazlığı ve anlaşılmazlığı da ortadan kalkmaktadır.
Türk dili, Atatürk’ün başlattığı dil devrimine dek yüzlerce yıl ağır biçimde bir yana itilmiş, ülkenin aydınlarınca hor görülmüş, yine de canlı kalmasını başarmış güçlü bir dildir. Bu yüce dil, son seksen yılda, güçlü bir yazın ve bilim dili olabileceğini kanıtlamıştır. Günümüzde, Türkçenin yabancı sözcüklerle hızlı bir kirlenmeye uğradığını; kimi sözde bilim çevrelerince küçümsendiğini, yetersiz sayıldığını görüyoruz. Derslerde, bilimsel konuşma ve yayınlarda hiç çekinmeden yabancı sözcükler, terimler bolca kullanılmaktadır. İngilizcenin günlük olağan dilinden yalın bir sözcük kolayca bilimsel terim olabilmekte, aynı anlamı taşıyan bir Türkçe sözcüğe bilimsel terim olabilme hakkı tanınmamaktadır. Yabancı sözcük kullanma tutkusunun temelinde eski çağlarda olduğu gibi yetersizlik ve güvensizlikten kaynaklanan kendini gizemli kılma eğilimine benzer bir neden bulunmaktadır. Bilim insanlarının bu eğilimi azaldıkça, bilimsel yeterliği çoğaldıkça, dilinin olanaklarının ayırdına varıp anadili sevgisi arttıkça bilim dili ışıyacak, bilimsel düşünce tüm toplum katmanlarına hızla yayılacaktır.